Güncel

Satılık Vatandaşlık – 2

Vatandaşlık satışlarının ülke kimliğimize ciddi anlamda zarar vereceğinden ve manevi olarak da kabul edilemez olduğundan bir önceki yazımda bahsetmiştim.

Vatanın topraklarını satmak yetmez, vatandaşlığı da satmak lazım demişler ve satmışlar!

Vatandaşlık karşılığı mülk satışının asıl anlamı; insanları fakirliğe sürükleyip ellerinde avuçlarındakini başka ülkelerden gelen insanlara peşkeş çekmektir.

Üstelik bu insanların çok zengin olmasına falanda gerek yoktur. Avrupa ülkelerinin standart gelirli insanları bu ülkede çerez alır gibi mal mülk edinebilmektedir.

Bu yaşananlar insanlarımızı sadece başkalarının gözünde değil, kendi gözlerinde de küçültmektedir.

Nedeni çok anlaşılmaz ve bilinmez bir şey değildir.

Ülkesinden nefret eden arap hayranlarının, ülkenin vatandaşlarına da düşman olması yadırganacak bir durum değildir.

Eğitimin başına kargaları dahi güldüren tarikatçı tipleri getirir. Ardından eğitimi yok eder, insanları cahilliğe sürüklersiniz. Cahil insanı uydurma din söylemleriyle, bilim ve gerçekliğe düşman edersiniz. Biat eden cahil bir güruh ülke için dış düşmandan daha tehlikelidir.

Sonra orduyu ve güvenlik güçlerini truva atları ile içten çökertir, ayak oyunlarıyla yok edersiniz. Artık ülkenin bir güvenlik gücü de kalmamıştır.

Tüm devlete ait sanayi kuruluşlarını, enerji, telekom ağlarını demirbaş ve arazileriyle beraber yabancılara satarsınız. Hiçbir teminatta almazsınız. Artık devletin ne tarım yapılacak toprağı, ne fabrikası ne de kendine ait bir mülkü kalır.

Planlı bir hareketle tohumu yok edip tarımı, kesimi artırıp hayvancılığı bitirir sonrada ülke insanını açlığa mahkûm ederler.

90 milyar dolar sığınmacılara harcadık diye övünürken, Merkez Bankası rezervlerini eksi ile telaffuz edilir hale getirip, insanlarınızın geleceğini ipotek altına aldırırsınız. Sonra iyi bir şey yapıyormuş gibi o milletin olmayan parasıyla, savaştan kaçtıklarını iddia eden ve bu yolculuk esnasında bile tavşandan daha hızlı, daha fazla üreyebilen bir milyon arap güruhuna, devleti daha fazla borçlandırarak ev yapacağınızı açıklarsınız.

Ekonomiyi dibe vurdurduktan sonra yapılacak son bir hamle vardır. Enflasyon ve pahalılıkla belini kırdığınız halkın son olarak aldığı maaşla geçinme şansını da yok ettikten sonra aç kalmamak için elindeki malını da sattırırsınız.

Bu toprakların insanları aç kalmamak için sahip oldukları son mülkleri satarken siz arap, afgan ve neyidüğü belirsiz tipleri milletin parasıyla beslersiniz.

Mülk satışı işte böyle bir şeydir.

Sistem çok net olarak bu yönde hazırlanıp, ülkemiz insanları için zorunlu hale getirilmiştir.

Konuyu biraz daha detaylandıralım.

Para birimlerini ortadan kaldırıp, herhangi bir vatandaşın kendi ülkesinde 250 bin birime bir ev alabildiğini varsayarsak, Türkiye’deki bir çok insanın da ev alma şansı olur. Bu diğer ülkeler içinde benzer bir durumdur. Ama bu para biriminin değersizliği demiyorum çünkü bu kelime kifayetsiz kalıyor, diğer para birimleri karşısında ki anlamsızlığı nedeniyle 250 bin dolar ya da 250 bin Euro dediğinizde Türkiye’deki halkın yüzde sekseninin ev alma şansı kalmıyor.
Örneğin bizi çok kıskanan Almanya’daki Hans birikiminin bir kısmı olan 250 bin Eurosuyla Türkiye’nin güzide kıyı şehirlerinden birinde istediği evi alabiliyor. Evi almasıyla da bitmiyor. Emekli Hans emekli eşiyle beraber yaz ayları dışında soğuk kış günlerinin de bir kısmını Almanya’da geçirmek yerine ekonomisini çok kıskandığı Türkiye’deki güzel sahil kasabasında aldıkları evlerinde geçirmeyi tercih ediyor.

Buraya kadar hiçbir sorun yok değil mi? Aslında buradan sonra da Hans için bir sorun yok.

Hans ve eşi Hertha emeklilikleri yaklaştıkça yaz tatillerini farklı ülkelerde değerlendirip, emeklilik sonrası senenin bir kısmında yaşamlarını sürdürecekleri bir ülkede karar kılmaya çalışıyorlardı.

Arnavutluk, Hırvatistan ve Türkiye gibi ülkelerde tatillerini geçirdiler. Bu arada Almanya’daki komşularından birkaçı da Türk ailelerden oluşuyordu. Hatta ailece görüştükleri yakın komşularından bir tanesi olan Mehmet de daha önce Türkiye’de bir kaç yer için önerilerde bulunmuştu. Mehmet, akrabasının aldığı bir evden bahsetmiş; hem evi hem de o kıyı şehrini öve öve bitirememişti. Hans ve Hertha iki sene üst üste aynı şehre tatile gittiler.

Sonunda karar verdiler.

Ardından da Hans eşiyle beraber geldi ve farklı bir ülkedeki yeni evine yerleşti. Zaten Hans ve eşi emeklilikte senenin bir kısmını sıcak bir yerlerde geçirmek için Türkiye’de bir ev almaya karar verdiklerinde Türkçe kursuna gitmişlerdi. Bu nedenle Türkçeyi çok konuşamasalar da dil sorunu da çekmiyorlardı. Çünkü otel ve restoranlarda yabancı dil zaten sorun değildi ama bakkal, kasap ve manav bile parayı görünce dil profesörünü oynuyorlardı. Paranın dili felaket bir şey…

Hans komşularını da seviyor, onlar da Hans ve ailesini seviyor. Karşı komşuları Ahmet de emekli, eşi Ayşeyle mütevazi bir aile ve iyi komşular.

Her iki adam da kendi ülkesinin para birimleri ile 2.500 birim emekli maaşı alıyorlar. İşin Hans için eğlenceli, Ahmet için işkence kısmı da burada başlıyor. Kıskanç Almanya’nın kur farkı nedeniyle Hans’ın aldığı 2.500 birim Ahmet’in aldığı 2.500 birimden 16 kat daha fazla, Türkiye de yaşamaları nedeniyle her iki maaşı da Türk Lirasına çevirmek için ufak bir hesap yaparsak Hans’ın emekli maaşı 40.000 Türk Lirası Ahmet’in emekli maaşı 2.500 Türk Lirası oluverir.
Bu Almanlar var ya bu kıskanç Almanların maaşları bile hep provokasyon…Hansın eşi eski bir hemşire olan Hertha da emekli, Ahmet’in eşi Ayşe ev hanımı. Hertha Hansla aynı maaşı alıyor. Günün sonunda Hans ve Hertha toplam 5.000 Euro emekli maaşı alırken, Ahmet ve Ayşe toplam 2500 TL emekli maaş alıyorlar. İki karşılıklı komşudan birinin evine aylık 80.000 TL para girerken diğerinin evine 2500 TL para girişi var.

Sizce de Alman Hans hala Türk Ahmet’i kıskanıyor mu?

Hans ve Hertha sabah kahvaltılarını, öğlen yemekleri ve akşam yemeklerini neredeyse sürekli dışarda yiyorlar.
Ahmet ve Ayşe ise pazara bile gidip alış veriş yapmaya korkuyorlar. Çünkü artık pazarlardan bile pahallık nedeniyle elleri boş dönüyorlar. Oturdukları ev Ayşe’nin babasından kaldığı için ev kirası vermemeleri tek şanslarıydı. Elektrik, su, doğalgaz paralarını bile karşılamakta zorlanırken bir de ev kirası ödeseler altından kalkmaları imkansız olurdu. Hans ve Hertha bahçelerinde mangal yapıp dostlarını, komşularını davet ederken, Ahmet ve Ayşe bir tencere nasıl kaynayacak diye düşünüyorlar.

Hans ve Hertha her çocuk ve torunlarını özlediklerinde atlayıp Almanya’ya giderlerken, Ahmet ve Ayşe bayramlarda eğer çocukları izin alıp gelebilirlerse torunları görebiliyorlar.

Örnekler ve konu daha da detaylandırılabilir ama zaten yeterince acı ve utanç verici olduğu için uzatmayalım.

Hans ve Herthanın rahat yaşamı sürerken, ülke gittikçe borç sarmalı içinde yuvarlanmaya devam ettiği için Ahmet ve Ayşe doğalgaz yakmayıp üşümelerine, yazın klimaya bomba muamelesi yapıp yanına yaklaşmamalarına, su parası korkusuyla banyo bile yapmaktan imtina etmelerine rağmen, sadece karınlarını doyurarak hayatta kalmak için yaptıkları harcamalarla kredi kartları borçla dolmaya ardından el borçları oluşmaya başlar.

Bu zaten oyunu kuranlar tarafından istenilen ve beklenen bir sonuçtur.

En sonunda Ahmet ve Ayşe borçlarını ödeyebilmek, karınlarını doyurabilmek için babadan dededen kalma son mülklerini de satarlar.

Artık ne bir dikili taşları ne de bu topraklara sonradan gelip, parayla vatandaşlık alanlar kadar bir değerleri vardır.

İşte adım adım planlanan budur ve planın sonu da yaklaşmaktadır.

Bu konuyu bir de toplumsal barış açısından incelemek lazım.

Yabancılara ev satışları ülkedeki toplumsal barışın dibine dinamit koymaktan başka bir şey değildir.

Bu şekilde mülk alanlar, mülklerini kaybeden bu toprakların asıl sahipleri ve sığınmacı adı altında ülkeye sokulan istilacılar hepsi bir birinden nefret etmektedir. Gün geçtikçe bu nefret daha da artmakta ve karşılıklı eylemlere dönüşmektedir ki işte planlanan son aşama da budur.

Sonrasında da ülke bölünecek ve parçalara ayrılacaktır.

Yüz yıl sonra ikinci Osmanlı çöküş vakası da bu şekilde yaşanmış olmaktadır.

Hak ediyorsunuz!